Bu konu özellikle üniversite öğrencilerinin 3. ve 4. senelerinde sıkça zihinlerini kurcalıyor. İnsan kaynakları sektöründe çalıştığım için de sık sık karşılaştığımız sorulardan birisidir; mezuniyet. Konuyu, üniversiteleri “çizgi altı ve çizgi üstü” basitçe ikiye ayırarak ve insan kaynakları açısından irdelemeye çalışacağım. *
Öncelikle bir ön kabulü toparlamakta fayda var: “Çizgi üstü” üniversitelerin tek artısı akademik kadro ve eğitim değil. Hatta bazı bölümlerde kimi üniversite bölümlerinin daha iyi olduğu bile söylenebilir. Çizgi üstü üniversiteler için dikkat edilmesi gereken nokta, aldığınız eğitimden çok, kimlerle okuduğunuz ve sizden önce o bölümde okuyanların piyasadaki etkinliği.
Örneğin; Boğaziçi Üniversiteli olmanın temel getirisi için “çok iyi bir İngilizce ve akademik eğitim” demek haksızlık olur. Bu ikisi elbette yadsınamaz ama kritik olan konu “çizgi üstü” bir üniversitede “çizgi üstü” insanlarla okumaktır. Çünkü bu insanların bir yere gelme olasılığı görece daha yüksektir. Bu tip okullarda köklü üniversite mezunu olmanın da getirisiyle mezunlar birbirlerini kollar; bir diaspora oluşturur. Diğer üniversitelerde bu durum ya hiç yoktur ya da yok denecek kadar azdır.
Dikkatli bakılacak olursa; “çift milletli” pozisyonlara öğrenci yetiştiren ilk üniversite; Boğaziçi’dir. Kamuya hâkim, savcı, kaymakam yetiştiren Ankara Üniversitesi (Mülkiye), bilimsel pozisyonlarda ODTÜ, tıpta ve hukukta İstanbul Üniversitesi, Mühendislikte İTÜ gibi örnekleri görebiliriz. Bu örnekler bize sonraki yıllarda eğitim kalitesi değişmese dahi mezunlarının geldiği pozisyondan ötürü aynı üniversite mezunlarının avantajlı olacağını rahatlıkla söyleyebilir. Yoksa daha iyi tıp, hukuk, mühendislik eğitimi veren bölümler elbette vardır.
Diaspora mantığı bu tarz üniversite mezunlarına yapılan bir eleştiri olabilir ancak elde bunu engelleyecek somut bir güç yok. Örneğin; hiçbir kuruma ODTÜ’lü kotası koyamazsınız. Bilkentliler neden bu kadar fazla veya İTÜ’lüler mühendis pozisyonlarının neden favorisi diyemezsiniz. Denilmesi gerekir mi, bu konuda da şahsen emin değilim; bana göre sistem kendi içinde dengeyi bulmalı.
***
Mezuniyetin önemli olduğu kritik nokta iş başvuruları. Çünkü iş gücü piyasası çok alternatifli ve seçici kişiler başvuruları bir şekilde değerlendirmek zorunda. İşe alımda en öncelikli kriter olarak mezuniyeti sık sık görebiliriz. Görmesek dahi eşit deneyimliler içerisinde iyi mezuniyet rahatlıkla öne çıkabilir veya deneyime tercih edilebilir.
Asıl irdelenmesi gereken yetenek programlarında üniversite ve not ortalaması şartları. “Yetenek” ararken kurumlar gerçekten “yetenek” mi arıyor yoksa akademik başarı mı emin olmak gerekiyor. “Yetenek avcılığı” sayısal metriklerden uzak olmalı.
***
“Çizgi üstü” kabul edilen üniversitelerde lisans öğrencilerinin ancak %2 veya %3’ünün eğitim gördüğü düşünülürse “diğer” mezunlar ne yapmalı?
Yüzü aşkın yeni açılan üniversitede okuyan yüz binlerin iş gücü piyasasındaki karşılığını özetlemek gerekirse; şu anda neredeyse görünmezler! Kendilerini görünür kılmak içinse sıra dışı şeyler yapmaları gerekiyor.
Bu yazıyı okuyan ortalama bir üniversite öğrencisi, “15-16 yaşındaki ders performansımla neden hayatımın geri kalanı yargılanıyor” diyebilir. Romantik anlamda doğru bir düşünce olsa da gerçekte öyle olmadığını mecburen deneyimliyorsunuz.
***
Gelecek ön görüm ise mezuniyetin veya başka bir deyişle “üniversite” okumanın öneminin giderek azalacağı yönünde. Hem bilgiye erişimin kolaylaşması hem de akademisyenliğin zeki insanlar için sadece bir seçenek olduğunu düşünüldüğünde çok uzak bir gelecekten söz etmiyor olduğumu zannediyorum.
Başlıktaki sorumuzun cevabına gelecek olursak;
An itibariyle mezun olduğunuz okul hala önemli.
Kim ne derse desin…
* Bana göre bir üniversitenin “çizgi üstü” olmasını hem akademik başarı hem de yıllanmış olmak belirler. İkisinden biri tek başına -zamanına göre- kimi özel örnekler dışında yeterli değildir.
No Comments