Mimarlık, dünya tarihini gerek zihinsel gerekse politik açılardan incelerken başvurulması gereken en önemli kaynaktır. Mimarlık mesleğinin ürünü olan; evler, binalar, yollar, ibadethaneler, saraylar ve bunları oluşturan küçük yapı taşları; demir, beton, ahşap her zaman diliminin özelliklerini sanılandan daha büyük bir kesinlikle yansıtmaktadır. Bu özellikler bize eserlerin yapıldığı yılların zihin haritasını verir ve biz de; şu sanat akımından, bu toplumdan etkilenmiş gibi bilimsel veya sübjektif yorumlar yaparız.
Mimarlığın bıraktığı izler yüz yıllar boyunca silinmez en ufak bir kalıntıdan bile bir medeniyet tasavvuru ortaya çıkarılabilir. Özetle mimarlık, yaşamın tam içinden bir bilim; bir meslektir.
Mimarlık, konusunda kitap okumaya karar vermemin en önemli sebebi “anlamak.” Medeniyetimiz değişirken ve gelişirken (her değişimin, gelişim olmadığına katılıyorum) mimarlık bunun neresinde olmuş, bütün bilimsel ve sosyal gelişmeler mimarlığı nasıl etkilemiş? Bu yolla mimarlığa biraz daha yakından bakarak acaba payıma düşen hisseyi alabilir miyim diye merak ettim.
Modern Mimarlık ve Şehircilik Tarihi, kitabını seçmemin sebebi ise özellikle günümüz dünyasının mimari duruşunu anlama ilgimden ileri geldi. Genelden özele gidersek Türkiye genelinde ve İstanbul özelinde “rahatsız edici” mimari gelişmeleri algılamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Eleştirileri sadece “buraya da bu yapılır mı”nın ötesine taşımayı bir bilinç yükselmesine hedef olarak belirledim.
Aslında soru çok basit; bugün İstanbul’un mimarisi daha düzgün, düzenli dolayısıyla planlı olsaydı daha mutlu olur muydunuz?
“Hayır” diyen çıkacağını zannetmiyorum. Öyleyse “mimarlık” konusu bizim için “mutluluk” komşuluğunda bir öneme sahip.
Kitaba gelince, 19. yüzyıldan itibaren insanlığın en büyük zihinsel dönüşümü mimarlık eşliğinde anlatılıyor. Şehircilik teriminin 1910’lardan sonra kullanılmaya başlaması bile başlı başına önemli bir tarihsel mesaj. Bu bağlamda; makineleşme ve etkileri, sanayi devrimi işçi hakları gibi konulara sık sık değiniliyor. Ara ara dikkat çekici doneler okuyabiliyorsunuz, örneğin;
Sanayi devriminin kırsal ve kentsel nüfusu işçilerin fabrikaların yanında konumlanmasıyla tarihin başlangıcından beri ilk defa bu denli alt üst olması
İlk şehircilerin mimarlar değil; siyaset adamları
Kullanışlı bir alet hoş gözükmek zorunda değil, sanat eseri de işe yaramak
İnsanlık tarihinin başlangıcından 18. yy’a kadar alet dönemi sonrası makine uygarlığıdır
Fabrikalar ve proletaryanın şehirlere yığılması insanın doğadan kopmasına sebep oldu
19.yy da büyük kentlerde yaşayanların dörtte birini dilenciler oluşturuyordu
Paris’in gözde mahalleleri pis ve iğrençtir, kiralama müessesinin yükselmesiyle evler küçülmüş ancak o evlerde yaşayan insan sayısı artmıştır
Çocuk işçiliği son derece normal ve yaygındır. Haftada yedi gün ve çoğu kez 12 saatten fazla çalışılmaktadır
Eyfel kulesi yapılana kadar çok karşı çıkılmıştır
gibi onlarca not aldım kitap üzerinde.
Bir diğer dikkatimi çeken nokta ise modern mimarlık tarihinde Türk ve İslam izlerini görmek neredeyse imkânsız. Kitapta sadece Galata Kulesi tünelinin adı ilk raylı sistemlerde Türk veya İslam izi olarak var ki yapımı bize ait değil. Onun dışında H. Jansen’in Ankara kentini inşa etmesi ve İstanbul için planlama çalışmalarından tek cümle de olsa medeniyetimizin adı geçiyor. Ancak hiç bir üretim cümlesi veya iz yok. İşin gerçeği de bu maalesef.
“Göçebe toplum” genimizin yeniden baskınlaşması mı bilinmez bugün köylerde dahi beton evlerin istilası var. Boş gördüğümüz yere; şehir, kasaba, köy fark etmeksizin yerleşiyoruz. Planlama veya sanatsal bir kaygımız yok. En çok sanatsal mesaj yüklemek istediğimiz çalışmalarda dahi yegâne vurgulayabildiğimiz nokta Osmanlı veya Selçuklu mimarisi. Yani mimari düşünce alt yapısı olarak sadece batı değil; belirli bir medeniyet düzeyindeki bütün toplumlara göre son 200 yılımız kayıp ve silik; belki de Yenibosna-Bakırköy hattında yeni yapılan konutlar arasında trafiğe takılmış durumu anlamak için bu kitap okuyor…
Tavsiye ediyor, keyifli okumalar diliyorum.
Değerlendirme: 10/7.5
No Comments