Büyük yazarlardan Dostoyevski’nin Cinler kitabında bir diyalog vardır. Bilenler hatırlar; ailenin dindar yönünü temsil eden kadın, inancın öneminden ısrarla söz eder. Karşısındaki roman kahramanı inancının maddi değerini sorar. Kadının “benim inancım parayla ölçülemez” cevabına karşılık, ana karakter “o zaman hiçbir değeri” yok diye yanıt verir.
1872 yılında usta yazar, batı düşüncesinin Rus insanına etkisini anlattığı eserde bu diyalog nedense çok sarsıcı gelmiştir bana. Tabii ki başımıza gelen her şeyin ve olası mutsuzluğumuzun sebebi “alçak kapitalist sistem ve onun yandaşları(!)” ama insan düşünmeden edemiyor bazı şeyleri.
Ekonomik sistem içerisinde ürün ve hizmetlerin satışı gerçekleşmektedir. Kaliteli, orta kaliteli, ucuz, pahalı, lüks gibi onlarca kategoride karşımıza çıkan piyasa kriterleriyle eşleşen ürünlere dikkatli bakarsak benzer kategorilerde değerlendirilen bir şey daha karşımıza çıkıyor:
İnsan.
Modern insanın ilişkileri de, serbest piyasadaki ticari ilişkilere evrilmiş durumda. Orta Çağ’da zanaatkar, ortaya koyduğu ürün ile belli bir ilişki içerisindedir. Mesela bir insan fırıncıysa, fırıncı öldüğünde, muhtemelen oğlu da fırıncı olur. Her aklına esen de “ben bu köye geldim fırın açacağım” diyemez (lonca anlayışı sadece bizde değil batılı kültürlerde de vardır) Veya demirci, bakırcı terzi gibi meslekler için de bu böyledir. Bugün tek kriter “kârlılıktır” Kârlı bir iş yapmadığını düşünen bir balıkçı ertesi yıl manav açabilmekte, eğer karlılığı yakalarsa daha küçük manavları bitirebilecek market zinciri kurarak rekabet üstünlüğü sağlayabilmekte.
Günümüzde insanlar da ilişkilerini kurarken her tanıştığı kişiyi ilişki ağına (nam-ı diğer network) +1 olarak kaydediyor. +1’ler çoğalınca da “ticari olarak işe yarar/yaramaz” kategorizasyonu geliyor. Aynı döngünün belirleyici ölçütü fayda/maliyet analizi sürekli devam ediyor.
Tabii ki bu kategorizasyon tek taraflı işlemiyor. Başka birinin ilişki ağında sıfır olmamak için birey kendini pazarlamak durumunda. Birey, burada sadece bir meta olarak değil; pazarlaması yapılacak bir ürün olarak kendisine yabancılaşmaktadır. (Bkz. Yabancılaşma sorunu, Hegel. Eşya fetişizmi ve işgücünün yabancılaşması kavramları, Marx)
İnsan kaynakları denilen sektörün geliştirdiği bütün kavramların; -kendini tanıma dahil- mercek altına aldığımızda iyi bir pazarlamacının ürününü tanıma yollarından başka bir şey olmadığını görebiliriz. Özelliklerini iyi bilme, dış görünüşe önem verme, başarısızlıkları saklama, başarılı yönleri öne çıkarma vs.
Sonraki aşamada birey eğer bir kişilik sahibiyse bu kişiliğini satışa çıkarır. Beden işçisi fiziksel gücünü satarken iş adamı beynini satışa çıkarmaktadır. Hatta çoğu kez yeterli olmayan özelliklerin yanına ekstralar getirildikçe satış tamamlanır ve her ay düzenli fatura kesilir.
Eğer kişiliğiniz piyasada bir değere denk gelmiyorsa. Aranan niteliklere uygun değilseniz; o zaman yoksunuz! Bir ürün talep edildiği sürece vardır. Eğer talep edilebilir düzeyin dışında kalırsa önce dışlanır sonra yok olur. 30 yıldır çalışan baba yadigârı bir gün teklerse sıfırı alınır; piyasa için önemli olan hedefe neyle gidildiği değil, gidilip gidilmediğidir.
Kişinin kendisine değer vermesi de son derece suni bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Bir ürünü piyasaya 1000 TL’den sürdüğünüzde talep olmazsa 800’e çekersiniz. Tıpkı arz/talep ilişkisinin sonucu olan fiyat teorisi gibi bireyinde piyasadaki karşılığıdır aylık maliyeti. Birey, kendisine olan özsaygısını da bordrosu üzerinden kurmaktadır.
***
Seküler anlayışın ortaya çıkması ve kapitalizmin yaygınlaşmasıyla birlikte “birey” kavramıyla tanıştık. Birey, toplu hareket kültüründen koparak kendi başına buyruk, “özgürlüklerin” peşinden gittiğinde yalnızlık çoktan etrafını sarmıştı. Özgürleşen birey çevresini materyalist bir felsefe ile değerlendirerek amaç ile aracın ne olduğunu karıştırma noktasına hızla sürüklendi.
***
Görünmez el, bireyin zamanını bile orta çağın sonlarından itibaren ele geçirmeye başladı. Hemen bir hatırlatma yapmakta fayda var tarihte acıyarak baktığımız köleler eski çağlarda kesinlikle modern insandan fazla çalışmıyorlardı. Zaman meftunu modern anlamda ele alındığında; dakikaların hesap edildiği noktaya gelindiğinde şehirleşme ve sanayileşme mutlak yükselişini kabul ettirmiş durumdaydı.
***
Inbox, schedule derken ne olduğunu belirten title’larıyla yola devam eden birey, kendisine yabancılaşıyor ve bedelini kendisine düşmanlaşarak ödüyor. İşin kötü tarafı ikinci kişilere duyulan düşmanlık kendisini bir şekilde gösterebilirken, özbenliğe duyulan düşmanlığın farkına bile varılamıyor; teşhis edilemiyor. Piyasa değeriniz düşükse adalet mekanizması tersten işliyor. Önce piyasa hükmünüzü veriyor, sonra kendinizi yargılıyorsunuz en sonunda da o cesurca aldığınız kararlardan hızla pişmanlık duyuyorsunuz.
Vasıfsız, asgari, mavi yaka, beyaz yaka, executive…
Peki sizin piyasa değeriniz nedir?
Siyaset ve Düşünce Yazıları 2 Mart 2013
No Comments